8 Ekim 2018 Pazartesi

????


Yaşar Kemal; insan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez. der.

İnsan bir defa sevipte, sevdiğine kavuşmadığı zaman hayata karşı bir yaşama hevesi kalmaz.
O yüzden de ondan sonra tekrar sevemez.
Sevememesinin sebebi karşısındaki insanın iyi, kötü, çirkin veya güzel olması değildir.
Daha önce sevdiği insana haksızlık ettiğini düşünür.

Onun hatırasına saygısızlık ettiğini ve yaşadıkları güzel anlara ihanet edeceğini ve o günleri tekrar yaşamanın aslında imkansız olduğunu düşündüğü için bir daha acele etmez.

Nadia Murat


Bu korkunç şeyleri okurken bile insanlığımdan utandım.
Bunu yapanlar acaba neye inanarak ve niçin bu kadar kötülüğe bulaşabiliyor. 
Gerçekten anlamak çok ama çok zor.
Bunlara insan dememek gerekir. 
Bunlar bildiğimiz hayvan bile değil, hayvandan daha aşağı artık ne olduğunu siz düşünün.

İşte bu da Nadia Murad’ın hikayesi.

“Son Genç Kız” Olma Umudu ve Nadia Murad 

Köle pazarı gece açıldı. Militanların kayıt ve organize olduğu alt kattaki karmaşayı duyabiliyorduk ve ilk adam odaya girdiğinde tüm kızlar çığlık atmaya başladı. Bir patlama anına benziyordu. Zeminin üstünde yaralı, iki büklüm halde inliyor ve kusuyorduk, ancak hiçbiri militanları durduramadı. Bizler çığlıklar atıp, yalvarırken, odanın içinde dolanarak, bize dik dik baktılar. İlk olarak güzel genç kızlara doğru yöneldiler, “Kaç yaşındasın?” diye sordular ve onların saçlarını ağızlarını kontrol ettiler. Gardiyana “Onlar bakire, doğru mu?” diye sordular, başını sallayan gardiyan ürününün grurunu taşıyan bir esnaf gibi “tabii ki” dedi. Hemen ardından, hayvanmışız gibi, militanlarlar istedikleri her yerimize dokundu, ellerini göğüslerimizin ve bacaklarımızın üzerinde dolaştırdılar.
Militanlar odada adımladıkları, kızlara göz gezdirdikleri, Arapça ve Türkmence sorular sordukları an kaostu.
Militanlar bize “Sakin olun!” diye bağırmaya devam etti. “Sessiz olun!” Ama onların talimatları bizi daha fazla çığlık atmaya itiyordu. Bir militanın beni alması kaçınılmaz olsa bile, bunu onun için kolay hale getirmeyecektim. Bağırdım, çığlık attım, okşamak için bana uzandığında ellerinden kurtulmaya çalıştım. Diğer kızlar da aynısını yaptılar, vücutlarını yerde cinsel organlarının üzerine kıvırdılar ya da korumaya çabalayarak kendilerini kardeşlerinin ve arkadaşlarının üzerine attılar.
Yerde yatarken, diğer bir militan önümüzde durdu. Salwan adında üst-rütbeli biriydi, Hardan’dan bir başka Ezidi genç kızla gelmişti, onu takas ederek boşamayı planlamıştı.  “Ayağa kalkın” dedi. Ben kalkmayınca, beni tekmeledi. “Sen! Pembe ceketli kız! Sana söylüyorum, ayağa kalk!”
Gözleri, neredeyse tamamı kılla kaplanmış, geniş yüzünün içine gömülüydü. Bir insana benzemiyordu – bir canavar gibi görünüyordu.
Kuzey Irak’taki Sinjar saldırısı ve genç kızların seks kölesi olarak kullanılmak için alınması hırslı bir asker tarafından savaş alanında anlık verilmiş bir karar değildi. IŞİD bunu bütünüyle planladı: evimize nasıl gelebildiler, bir genç kızı daha fazla ya da daha az değerli kılan ne, hangi militanlar isteklendiren ödül olarak bir sabaya (seks kölesi) hak ettiler ve hangisi ödeme yapmalıydı. Onlar, yeni askerleri çekme teşebbüslerinde, kuşe kağıda basılı magazinleri Dabiq’de sabaya’yı çoktan tartışmışlardı. Ancak bu orijinal olarak IŞİD üyelerinin düşündüğü bir şey değildir. Tecavüz tarih boyunca bir savaş silahı olarak kullanılmıştır. Ruanda’daki kadınlarla ortak bazı şeylerimiz olacağını asla düşünmedim - tüm bunlardan önce Ruanda diye anılan bir ülkenin varolduğunu bilmiyordum – ve şimdi onlarla en berbat biçimde bağlantılıyım, IŞİD’in Sinjar’a gelmesinden sadece 16 yıl öncesine kadar işlediği için hiç kimsenin yargılanmadığı bir savaş suçunun mağduru olarak.
Alt katta, bir militan deftere tutanakları kaydediyordu, bizim isimlerimizi ve bizi alan militanların isimlerini sıralıyordu. Salwan tarafından alınacağımı, ne kadar güçlü göründüğünü, beni çıplak elleriyle ne kadar kolay ezebileceğini düşündüm. Ne yaptığı, nekadar çok direndiğim hiç önemli değildi, onunla asla mücadele edemezdim. Çürük yumurta ve kolonya gibi kokuyordu.

14 Mart 2018 Çarşamba

DÜŞÜŞ



İnsan kendisini sevmeden başkasını sevemez.
Her ne olursa olsun, ten düşkünlüğüm öylesine gerçekti ki, on dakikalık bir macera için bile anamı babamı inkar ederdim, sonra da pişman olurdum elbette.
Kimileri, “sev beni!” diye bağırır, ötekiler, “sevme beni!” diye.
Ama en kötü ve en mutsuzu olan bir bölümü de, “sevme beni, yine de bana sadık kal!” diye.
Hiç kimse zevklerinde ikiyüzlü olmaz.

Öfkelendiğim zamanlar, en iyi çözümün ilgilendiğim kişi için ölüm olacağını düşünüyordum. 
Bu ölüm bir yandan bağımızı sürekli kılardı, öte yandan onun baskısını kaldırırdı, ama, başka türlü tasarlanamayacak bir özgürlüğe kavuşmak için ne herkesin ölümünü dilemek, ne de en sonunda dünyayı insansız bırakmak olamazdı. 
Benim duyarlılığım ve insan sevgim buna karşıydı.
Artık dostlarım yok, yalnızca yardakçılarım var.
Buna karşılık sayıları çoğaldı onların, tüm insanlık onlar.
Karımızı cezalandırmak için öleceğimizi sanırız, oysa özgürlüğünü veririz ona.
Mutluluğunuz ve başarılarınız, ancak bunları cömertçe paylaşmaya razı olduğunuz takdirde affedilir.

Ama mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir. 
Ya mutlu ve yargılanır ya da bağışlanır ve sefil olacaksınız.
Ben insan işlerinin ciddi olduğuna hiç bir zaman derinlemesine inanamamışımdır.
Para için ölen ve bir “mevki” yitirdikleri için umutsuzlanan ya da ailelerinin mutluluğu için büyük tavırlarla kendilerini feda eden o tuhaf yaratıklara şaşkın ve biraz kuşkulu bir gözle bakıyorum hep.
Ben ancak spor yaptığım zamanlarda ve kışlada, kendi zevkimiz için temsil ettiğimiz piyeslerde oynarken gerçekten içten ve coşkulu olmuşumdur.
Tüm insanlar hakkınızda iyi konuştu mu, vay halinize! Ah! 
Bize yeryüzü cennetinden kalan tek şey değil midir kadın? 

4 Mart 2018 Pazar

Yaşamın Ucuna Yolculuk



Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok.
Aranızda dolaşmak için giyiniyorum.
Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için.
Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için.
Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz.
Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle.
Özel ya da resmî kuruluşunuzla içimi kemirttiniz.
Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz.
Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz.
Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.
Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.

2 Şubat 2018 Cuma

Platonik Hayat


                             



Mahir, her çocuğun okula gitmek istememesine rağmen o ise okula gitmek için gün sayıyordu
Bu Mahir’in okulu sevdiği anlamına gelmemelidir.
Okula gitmek istemesinin altında yatan sebep abisinin gittiği okuldan süt ve fındık dağıtılması.

Çünkü Mahir’in ailesi zengin değildi. Eve ancak ekmek ve karın doyuran şeyleri alacak kadar paraları vardı.
Hatta hafta sonları okulun olmadığı günler çocuklar sokaklarda ya boya yapıyor, ya da halka tatlısı satıyor. Ya da bulundukları ilin spor takımının idmanına çekirdek satıyor.

Mahir bu şekilde okula başladı. Tabii ki okula başlarken filmlerdeki gibi ilk gördüğü güzel yüzlü kıza aşık oldu desek olmaz.
Ama zamanla günler geçtikçe bu fakir oğlan Yağmur denen güzel mi güzel bir kıza artık nasıl oldu ise aşık oldu.
Tabi aşk dediysek karşılıklı aşk beklemeyin.
Bu aşk hiçbir zaman vücut bulmadı. Çünkü bu karşılıksız bir aşktı.

Mahir, ne zaman bu kızı görse ya hızla oradan uzaklaşıyor, ya da kıpkırmızı kesilerek hiçbir şey yapamadan olduğu yere çakılıyordu.
Hatta bigün yine mahalle aralarında bişeyler satarken, o güzel yüzlü kızın kapısının önünden geçerken bir an kapı açılır.
Kızın annesi Mahir’i çağırır. Tabi Mahir son sürat oradan uzaklaşır.
Çünkü bu şekilde kızla yüz yüze gelmek istemez.

30 Ocak 2018 Salı

İnsan




İnsan, en çok ihanete uğradığında mı üzülür?
Yoksa, ihanete uğradığı kişiler ile yüzleştiğinde mi?
Yüzleştiği kişilerin hayatı alt üst olurken, kendisi mutlu oluyor ise ihanete uğradığı kişilerden farkı kalmaz.

Kaybetmek ile kazanmak arasında, delilik ile dahiliği ayıran çizgi gibi bir çizgi vardır.
Bu çizgi hayatımızın geri kalanını belirler.
Gelecek hep bu kaybetme ile kazanma arasındaki ince çizgi arasında gidip gelir.

Aslında hayat, hep kazanma ile kaybetme arasında sıkışmasaydı daha iyi bir hayat ve güzel bir ömür sürebilirdik.
İnsan, hayatta mutlu olmak için neden hep daha fazla kazanmak ve kazanamadığı zaman da neden hep mutsuz olur ki?
Mutlu olmak için, elindekiyle yetin. Bu şekilde daha az yorul.
Geri kalanını başkası kazansın ve bu şekilde hayat paylaşılarak daha mutlu bir nesil yetişmiş olur.

Mutluluk, aslında gözümüzde büyüttüğümüz kadar zor bişey değil.
Sadece mutlu olmayı  beceremediğimiz için mutlu olmayı bilmiyoruz.
Mutluluğu uzaklarda aramak yerine kendimize baksak mutlu olmayı becerebiliriz.

27 Ocak 2018 Cumartesi

Yalnızlık




insan, kalabalıklar arasındaki yalnızlığını, bazen bir deniz kenarında sonsuz, maviliklere dalarak, düşünerek, hayata karşı kaybettiği savaşı düşünerek, yapamadıklarını, bundan sonra yapacaklarını, yapmak için nereden başlayacağını düşünür.

 ama bu düşünceler, oradan ayrıldıktan sonra, sanki tm bunları düşünen o değilmiş gibi, bütün bu duyguları bir tarafa bırakarak, hayata kaldığı yerden devam eder.

çünkü, kaybetmek yeniden başlamak için bir başlangıçtır. yalnız bu başlangıç çoğu kişi için hiç bir zaman gelmez.

insan, kaybettikçe daha güçlü geri döner diyorlar, ama insan kaybettikçe, aslında tükenmenin eşiğine geldiği için, dışarıdan bakanlar onun daha güçlü olduğunu düşünür.

Tek Kanatlı Kuş

Tek Kanatlı Kuş Demir, George Nathan’ın “ Aşk, bir çok kişi tarafından yaşanan, ama çok az kişi tarafından keyifle sürdürülebilen bir duy...